Sis

Sunday, 18 January 2015

Kafasını boş şeylerle doldurmaya başlayalı birkaç hafta olmuştu.Yavaşça yüzünü kaldırdı: ''İçelim.'' dedi. Biraz zor ikna ederek bir arkadaşını, 4 bira aldı. İki iki bölüşeceklerdi.(Daha sonra) Bilgisayardan hafif Türkçe parçalar çalarken, 2 bira kapağından birinin içindeki plastik tabakada parmağını gezdirdi. Bu çalan şarkıları söylemek istedi birine. Öyle birisi olmadığını hissetti ama artık bu problem olmuyordu.Ve sonunda 2 bira kapağını birbirlerini kapatacak şekilde üst üste getirdi. Bu esnada arkadaşı ''uzun ilişki kurmayacaksın'' diyordu. Başka biri bilgisayarla uğraşıyorken, ne yapacağını kestirdi. Yazması gerektiğini söyledi ve 2-3 kişinin, internet siteleri için yazı beklediğini de ekledi. Sanki çok bekleyeni varmış gibi hissetmesini istedi. Birkaç kız vardı düşüncelerinde birazda o 2 biranın hoşluğunun beklenen etkisi. Oradan çıkıp eve gittiğinde kafasının çok boş şeylerle dolu olduğunu yineledi. Hava yeni yeni tekrar soğumuş, sokak lambaları düşünceli zihninin bulunduğu evin önünü aydınlatıyordu. ''Birkaç gün önce sis varken görmeliydiniz burayı. Sanki bir şeyler oluyordu bir yerde.'' diye yazdı o anki hayali defterine. Neyse. Ne zaman 2.birayı bitirse, hafifçe konuşurdu, yazardı kendi kendine......

Yazarımız Mert Erbil'e "Sis" başlıklı yazısı için sonsuz teşekkürler.

Batı-Ortadoğu-Türkiye Aşk Üçgeni

Sunday, 21 September 2014

Ortadoğu tam bir yangın yeri....
Almanya,Fransa,İngiltere,Kanada…ABD… Peşmergeye her türlü Silah yardımını yapıyor. Türkiye, Pkk'ya bu silahlar geçer mi diye endişelenmiyor, umursamıyor. Hatta otobüslerle Peşmergeye desteğe giden Pkk'lılara izin veriyor, görmezden geliyor. Işid'in elinde bulunan 49 Türk vatandaşımızdan haber var mı? Yok. Ama bol bol yayın yasağı var, bol bol gizlenen gerçekler var. Söyler misiniz Türkiye'nin yanı başında aniden beliren bu cani örgütten hiç mi haberi yoktu? Lafa gelince ‘Kimse Türkiyenin gücünü sınamasın’ demesini bilenler. Nerede istihbarat. Nerede KGB, MİT, JİTEM vs.? Ya da nerede o Amerikan filmlerinde hayranlıkla izlediğimiz her şeyi olmadan görebilen CIA, MOSSAD ve diğerleri.

Yoklar değil mi?

Acaba neden?

Bence bütün bu olanlar BOP kapsamında hayata geçirilmeye çalışılan Kürdistan'ı kurmak içindir. TOYOTAlı İşid; USA’ in ortaya çıkardığı, Kurdistan kurulabilsin, Peşmergenin eli güçlensin, bölgenin hakimi olsun ve böylece USA petrolden çok daha rahat yararlansın amacıyla bela olmuş bir bahane görünümde. ‘Bahane’ anahtar kelime. Amerika Ortadoğu petrolleri ve İsrail güvenliği için hep bir bahane yarattı. Işid de kendi yarattıkları bir bahaneden fazlası değil. Fakat bu sefer oynanan oyun çok daha büyük. Ucunda yeni bir oluşum amaçlanıyor. Yerel yönetimin bir adım ilerisi Devlet yönetimi. Bunu da Kürtlere vadetmiş durumdalar. Türkiye’nin ise malum BOP Eş başkanının bir USA kuklası olarak bizzat bu projeye yardım ve yataklık etmesiyle sesi çıkmamakta. Hatta tüm bu ülkeler gibi silah ve insan yardımını bizzat yapmaktadır. Adana da yakalanan tırların içinde çıkan silahları Türkmenlere erzak yardımı diye yutturamayacaklarını anlayınca da konuyla alakalı yayın yasağı gelmişti.

Oynanan ‘danışıklı dövüş’ çerçevesinde istenen şey Kürtlerin elini güçlendirip Peşmergeyi kahraman ilan etmek ve kurmak için adımları bu şekilde atılan yeni Kürt devletini meşrulaştırmak. Aslında hali hazırda ‘Bölgesel Kürt Yönetimi’ denen Güney Kürdistan kurulmuş durumda. Amaç bu güneyi daha da sağlamlaştırıp asıl hedef olan Kuzey Kürdistan'ı yani Türkiye'nin de belli bir toprak parçasını içeren bölgeyi ele geçirmek,.

Bölgeyi Kürtlere özerklik adıyla zamanla -bugün İskoçya da olduğu gibi-referandumla bağımsızlığı istetilecek Kuzey Kurdistana döndermek. Benim gördüğüm budur. Ama sizin gördüğünüz çok daha önemli tabi sizin için. Malum şahıs köprü yapıyor, tüp geçit yapıyor, yüzde elli içindeki yüzde kırkın hiç kullanamayacağı havaalanı yapıyor. Sonra paraları ‘Sıfırlayamıyor.’ Peki yanı başımızda ki bu Aşk Üçgenine nasıl ‘dur’ diyeceğiz. Gerçi dur demek isteyen kim değil mi? En iyisi Siz Marmaray’a binin gezin hadi.

Yazarımız Uğur Yetgin'e teşekkürler........

SENBİZLİK

Tuesday, 11 February 2014

                                                          SENBİZLİK

Saçlarının kokusu,                                                
Kollarının sırtıma değişi
Ağlamakla gülmek arasındaki gelgitler.
Otogarın bütün soğukluğu geride kalır
Zihnimin kapıları sana açılır yeniden
Ve o anda başlar içimde gitmelerin korkusu
O anda savaş başlar
Bir yanım akreple bir yanım yelkovanla cenge başlar.
Bilirim onlar kazanacak yine
Az kayıpla bitsin isterim sadece
Gözlerinden ayıramam benliğimi
Mecburiyetimi, acizliğimi hissederim derinlerde
Ellerinden tutup yürümeye başladım mı
Kıyamet bile sarsamaz bizi

Yazarımız Rana Ilgın Gündüz'e bu güzel şiiri için sonsuz teşekkürler..........

Sen Aslında Bir Başkasısın

Thursday, 5 December 2013

Sahi seni ne yapsınlar ki dedi. Aptal şarkılar dinleyen, yalnız, çürük adam. Bitik olmaya yüz tutmuş, dolaşıyorsun sokaklarda dedi.

S*km*ş*m dedim. Sahte bahçelerini. Söyle bana unutabilir mi? İnsanlar beni yeniden. 

İmkanı var mı kararmış gökyüzünün

Dibine vurmuş yozlaşmış bahçesi.


İmkanı var mı...

S*km*ş*m dedim. Sistemin çarkları kemiklerime batarken. Haklıydı.

Kemiklerim, ne diri ne de ölüyken bakmayacak kimse yüzüme.

Ölüyken boşver. 

Biticek günün gecesi, yorgunluk, bir sefalet töreni yapacak, kızgın. 

Kitaplar bile umursamaz. 

Hadi boşver diyelim. Hadi boşver diyelim eyvallah, bir kişinin sözüne. Sahi en son ne zaman duş aldın? Hani ölümün simgesi üzerinde gezerken, SESSİZ.

Ne zaman yok oldun, senin şehrin sokaklarında. 

Hiç tattın mı esrikken? Bir çiçeğin bile kokusunu. 

Aptal adam senin çareni buldu mu?

Bak mesela seni düşmüş, susuz damağına son kalan tükürükle bağlı insan.

Ne der ki yüreğin, Dünya'yı değiştirecek.

Ne der ki, dünyevi zevklerin, bilinenlerinin yarısını, 

ayağına getirecek. 

Çölü bilir misin ki sen? 

Sen aslında bir başkasısın. 

Bilir misin?

Yazarımız Mert Erbil'e sonsuz teşekkürler........


Her Şey Dağılıyor

Monday, 18 November 2013

Yine her şey dağılıyor.

Okula doğru yürüdüğümde insanların sesini duyamadığımı fark ettim. Sanki hayali bir plastik fanusun ardından geliyordu sesleri. Önümdeki adam-arkadaşım-hala bir şeylere takılmış. Hala konuşuyor. Bence alkolü artırması veya hiç başlamaması gerekiyordu. İnsanların bir kısmının problemi de budur. Bir şeye girdiklerinde girecekleri yeri bilmezler. Nerde durup nerde tamamen çekileceklerini bilmezler. Kantinin önünde neyi arıyorum, şu an ben bile bilmiyorum. Son zamanlardaki gibi Çin daması denen şeyde taşları yerleştirmeye çalışıyorum. Çok gereksiz hissediyorum o anki halimi. Hani eve giderkenki yokuş gibi, o da gereksiz, gereksiz hissediyorum. Bir şeyler dağılıyor bende. Bende kağıtların nasıl kafamdan aşağı düştüğünü görüyorum. Tecrit kağıtlarının. Nasıl yollarda sefilim..

Sahi, uzun zamandır şu lastikli, torba gibi olan çantalardan almak istemişimdir. Yol için, biraz yolda olmak için.....


Yazarımız Mert Erbil'e sonsuz teşekkürler......

Şimdi ne yapmak istersin?

Friday, 25 October 2013

Tünelin sonundaki ışık. Bütün hayaller sanki, tünel ve sonundaki ışığın olduğu belirli bir görüntü gibi. Ve hepsi, dağınıklığın birleşmesi. Görüntü açık ve kapalı, arasındaki her bir mesafe, hayat yolunun başka bir rakamsal değeri gibi....

Şimdi ne yapmak istersin?

Kuleler kurduğunu hayal et. Birbiriyle bağlantılı ama kendi içinde bağımsız kuleler.Hepsi senin her bir parçanın yansımasını kendi içinde barındırıyor. Ve şimdi koşuyorsun. Her şeyi parçalıyorsun. Kulelerin çıktığı zeminin altındaki ve üstündeki bazı şeyleri. Yok et kendini ki birleşsin istediğin prizmalar uzay boşluğunda.

Ve boş prizma "seni" "Beni" yaratsın. Hepimiz zıplıyoruz. Yere her vurduğumuzda olası hareketimizi yapmış oluyoruz. Ve bu hareketler meydana gelirken patlayan kirli su bombaları bu yeryüzü zeminine vuracak, ve işte bu yüzden kirli kalacak her yer.

Yazarımız Mert Erbil'e sonsuz teşekkürler................

YANIBAŞIN

Friday, 4 October 2013

Merhaba meleğim..

Bu satırları yanıbaşında yazıyorum sen uyurken. Belkide uyumuyorsun gözlerinin kapatmışsındır sadece. Belki ciğerlerimden gelen ağır ve sert öksürüklerimle uyandırmışımdır seni. Belki de sigaramın dumanı rahatsız etmiştir o güzel gözlerini. Üstün kat kat  örtülü en azından üşümüyorsundur. Hem bak ben varım yanında. Ne zamandır kahvaltı hazırlayamıyorum sana, ne zamandır öpemiyorum seni, ne zamandır dokunamıyorum o güzel yüzüne. Ellerinin sıcaklığını unutalı çok oldu. Gelemiyorum yanı başına eskisi gibi. Gelmek istiyorum ama sözlerin geliyor aklıma '' birgün bana birşey olursa ''. Ve bi sigara yakıyorum uzanıyorum yatağıma dolu dolu çekiyorum içime dolu dolu içiyorum yokluğuna. Bir geceyi daha kurban ediyorum değeri olmayan zamanlara bilinmeyen boşluğa, vedaya, ayrılığa, ölüme. Söndürülmüş bir izmarit gibiyim şimdi. Ne dumanım kaldı içimde dolaşan ne de ateşim kaldı sen çektikçe yanan. Ama merak etme meleğim sen yokken yaşamaya çalışıyorum herkes gibi, fazla birşey istemeden. Sonra kendi dumanımı savuruyorum içime acılarımla kimseye zarar vermeden. Ve sonra bir el uzanıyor ben o karanlık kuyumda yapa yalnızken. Bir ışık görüyorum çaresizce uzanıyorum, kanıyorum sevgilere, şefkatlere. Tutunuveriyorum ahmakça, tutarsızca. Karanlığa alışmışken cesurca. Sonrası bir kaç gün ayrılıyorum yanı başından.
     Cennet sanıyorum şefkati, ve acımasızca oluyor bu oyunun bileti. Kimse sevemiyor ki beni senin kalbin gibi. Kimse dokunmuyor ki bana senin ellerin gibi. Bak yağmur yağıyor sevgilim hadi uyan artık bitmesin başucunda çiçekler. Kahpe eylül beklemedi ama belki yağmur bekler sabahı. Ne güzel koktun birden öyle meleğim sanki cennet yaptın koskoca mezarlığı. Bak herkes bana bakıyor artık onlarda tanıyor beni, sana olan sevgimi ve herhalde diyorlardır bu fâni. Yağmur hızlandı meleğim. Tohum oldun düştün toprağa inanıyorum ki yağmur geri verecek seni bana. Belkide bundandır senin yokluğunda yağmura olan aşkım. Merak etme seni böyle çiçekler içinde görmeye de alıştım.
     Hava soğudu meleğim artık gitmeliyim. Beni bir hayat bekliyor acılarla köpürmüş bir deniz, siyahlarla örtülmüş bir gökyüzü ve sensizlike kavrulmuş bir yeryüzü. Omuzlarım düşük ve ümitlerim bitik. Bak yine düştü ağzım kısa ve öz tercüme olsun NAZIM;

Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle. 
Halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle 
ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var 
ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile... 

Bu çok güzel ve anlamlı yazı için yazarımız Sercan Tetik'e teşekkürler......
Bu arada büyük üstad Nazım Hikmet'i de rahmetle anıyoruz......

Bir Eylemin Anatomisi

Thursday, 12 September 2013

Bir eylemin Anatomisi

Dün katıldığım Kızılay eylemlerinde gördüm; hükümetin polislerinin çok keyfi davranışları vardı. Tamam onlar da insan da, ne biliyim ben hep asker gibi düşünmüştüm. Hani o görev esnasında şımarıklık yapmayan, lakayit tavırları olmayan paralı asker gibi düşünürdüm.
Neyse efenim, meydanda yol falan kapatmadan heykelin önünde, ellerinde Türk bayrakları toplaşan genci, yaşlısı, hükümeti protesto eden tüm eylemcilere müdahale sırası beklerken bu 20'li gruplar halinde ki hükümetin polisleri, o kadar rahatlardı ki hepsi 'sülalem raad panpa' modundaydı denebilir. Kimi yere uzanmış elinde telefon sosyal bela twitterda, kimi duvarın üzerine oturmuş çayını yudumluyo, kimi yoldan geçen çapulcu kılıklıları kesiyor falan. Hatta bir ara kendilerine tepki gösteren bir vatandaşa içlerinden biri, cevap hakkını kullanma maksadıyla üzerindeki gaz maskesini, kaskını falan kenara fırlatıp saldırırken diğer polis arkadaşlari onu zar zor tuttu. Başlarında amirleri yok mu demeyin. Var ama sorun burada başlıyor galiba. Disiplin yok. Dolayısıyla kendilerine saygı da yok. Eylemcilere müdahale öncesi durumları böyle özetlenebilir. Aslında daha dikkat çekici çok şey vardı da neyse.


Eylemlere müdahale ise çok keyfi gözüktü bana. Meydanda toplanan grup yol falan kapatmamasına rağmen sadece bağırma, alkış ve billboard direklerine ellerindeki anahtarları ya da bozuk paraları vurmak suretiyle gerçekleştirdikleri eylemde tomalar, akrepler yaya haldeki çevikler anlamsız saçma sapan sırf 'dur lan şunları şuradan dağıtıyım mantığıyla diye yorumladığım' bir düşünceyle protesto edenlerin üzerine birden tazyikli sular mı dersiniz, gaz bombaları mı dersiniz sıkmaya başladılar. Tabi eylemcilerin çoğu tomaların suyu sıkan başlarının kendilerine doğru çevrildiğini görür görmez çil yavrusu gibi anında dağılıyor anında geri toplanıyorken bazıları ise göğüslerini gererek tomanın zalım tazyiğinden korkmadığını gösterme çabası içinde buluyordu kendini ta ki tazyik etkisiyle taklalar atana kadar. Şimdi tazyikli suyu yiyen eylemciye bakıyorum elinde taş maş yok. Sırf önde kaldı artizlik yaptı elindeki Türk bayrağına sığındı ya da demokratik hakkı olan iktidarı protesto etti diye tazyikli suyla takla attırılıyordu. 



İdris Naim görüyodur seviniyodur tabi. Neyse efenim bunun üzerine takla attırılan eylemciye yardım için koşanlar da takla attırıldıktan sonra çok saygıdeğer polis, hükümeti protesto eden eylemcilerin arasına rastgele olmak kaydıyla attıkları biber gazlarıyla keyfiliklerine keyfilik katarken şahit olduğum eylemci profillerinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Efenim, eylemci tipler sen ben gibi tiplerdi. Ben de aralarındaydım ve kendi tipime yakın çok tip gördüm  şimdi bi ben tipli olan gençler var ki çoğunluğu oluşturuyorlar bir de orta yaş ve yaşlı kesimi var.
Ha 14-20 yaş arası ‘tiki’ diye tabir edilen kızlar da gördüm. Hatta polisin yine keyfi bir müdahalesi esnasında Güvenpark heykelleri yanında otururken üzerime doğru polisten kaçmak için koşan, yaklaşık yüzü kişi arasında üç 'tiki' kızımız birden duraksayan grup içinde bağırmaya başlayınca dikkatimi çektiler. Baktım birinin ayakkabısı düşmüş diğerine ‘ayakkabım! ayakkabım düştü’ diye bağırıyordu. Diğeri ‘o.ç ler Allah belalarını versin’ diye feryad_ı figan ederken polislerin koşarak geldiğini gören grup kaçmaya çalışınca, kızlarımız heykellerin hemen yanında kıskıvrak yakalanıp gözaltına alındılar. Hiç öyle 'cehapeli mehapeli tekapeli sedepeli’ tipleri yoktu. Diske keske de üye değillerdi büyük ihtimal çünkü yaşları gereği üniversiteyi yeni kazanan öğrenci oldukları kuvvettle muhtemeldi. Peki niye göz altına alındı bu kızlar. Kaçtıkları için mi? Protesto ettikleri için mi? Ben de o an kaçmaya çalışsam ben de mi alınacaktım sırf kalabalıkla koşuyorum diye? Galiba grubun önünde tomalara taş atmış olmalılar üzerlerine sırf bağırıyorlar diye su sıkılınca.
Bir de bu taş atma olayı vardı. Cok nadiren eylemciler arasında bölücü tipli bazı provakatörler baya bildiğin kaldırım taşını söküp hükümetin polisine taş attı. Diğer eylemciler de ‘atma, atma, yapma’ diye tepki gösterince, adam, (buraya dikkat) bire karşı elli kişiye elini beline atarak ‘atarım lan sizene’ derken ‘aha’ dedim marjinal bu olmalı. Eli belinde motifini canlı canlı gördüm. Bir kuru, kalan bütün yaşı da yakıyordu işte. 
Bu arada meydanın ara sokaklarının hali, sene boyunca her hafta gördüğümden çok faklıydı. Tam bir western filmi seti havası. Her sokak başında çevikler, gözleri yaşlar içinde yürüyen insanlar. Işportacılar maske işine girmişler, tanesi bi liraya maske satıyor. Ekmek kapısı işte. Ama o gaz öyle birşey ki dostum. Bi kere çektin mi adeta uçuruyor, süründürdü resmen. Gözlerindeki o yanma tarif edilemez. Ağzının içi cesaret yarismalarinda yuzlerce acı biber yemişsin gibi acıyor. 

Gözlerin yaşlar içinde kıpkırmızı oluyor. Küfürler içinde temiz 'O2' için kaçıyorsun. Maske falan hikaye. Yani aslında polis su sıkarak fantazi yapıyor kendine. Keyfilik işte. O gazdan beş tane atınca meydanda kim var kim yok ağlamaya başladı zaten. Ağlama derken yoldan geçenler bile gazdan çok rahat etkilenip seyyar satıcıyı zengin ettiler üç saatte. Gruplar ise arka sokaklara dağılmış ortada kimse kalmamıştı. 
Kamu malına zarar ise canımı acıttı. Otobüs duraklarındaki camlar yerle birdi. Bunlar olunca hükümeti haklı protesto başka bir şeye dönüşüyor işte. Bunlardan sıyrılmak lazım. Yoksa yıllarca özellikle doğuda gördüğümüz ve sövdüğümüz cam çerçeve kamu malına zarar veren teröristlerden farkı kalmıyor olayın. O olaylarda hükümetin polisini nasıl destekliyorsak burda da aynı durum geçerli olmalı. Tabi bazı provakatörlerin bu yaptıkları medyada yer alan tek şey oluyor ve eylemcilerin hepsi devlet düşmanı olarak gösteriliyor teröristten farkı kalmıyor. Hepsine bu yafta vurulunca eylem meşruiyetini yitiriyor geriye eylemin ne için başladığı nasıl başladığı değil camı çerçevesi inmiş kamu malları kalıyor. Gerçek görülmüyor. Esas sebep aranmıyor. Sorun büyüdükçe büyüyor. Olay çözüme kavuşmuyor.

Yazarımız Uğur Yetgin'e teşekkürler......

Deneme Yazisi

Wednesday, 31 July 2013

Kasabanın kapalı ve solmaya yüz tutmuş havasının altında, yolun ortasına oturduk. Çayın tadına bakmadım, sadece veresiye alınmış sigaramı içerken artık yanında bir şey olmasını istedim. Kasabanın boşluğuyla ilgili bir şey söyledim, umursamadan. Arkadaşım ve konuşmam, belki onlar da sigaranın yanında bir şey olması isteğiyle geldi. Bozuk telefon müziğimi adamakıllı çalmıyor. Bir pikap sana bunu yapmazdı. Odamın balkonunda oturmak istedim. Duş alma isteği uzakta. Günlerdir yakamda bir parasızlık var. Alkole kayıtsızım. Bazen aşka bile. Sigaranın külüne inanıyorum ben. Küllerin varlığına. Ateş gibi bir olgu sönebiliyorsa, küllere inanıyorum ben. Boş romantizme tapınan, intihara sürgün edilen bedenlerden değilim ben. Keşke korkularım olmasaydı. Takıntılarım benle gelmeseydi. Yağmurun altında durmayı istiyorum. Delice öğle değil mi? Hayır. Ben orada duruyordum ve yağmur yağmaya başladı. Yağmur, oradaki her şeyin üzerine yağmak için yağdı ve ne o benim orada durma özgürlüğümü elimden alabilir ne de ben olduğum yerden giderek onun varlığına karşı çıkabilirim. Hiçbir şey değişmeyecek. Yaşama umuduyla gelen, içimdeki ateşi yakma isteğinden başka. Hiçbir şey değişmeyecek. Bazı insanlardan başka.

Bir vatansızı sürgün edebilir misin? ''Mutlak cevabı'' bulsan da dayanabilir misin?
Varlığını tamamen neden yok etmek isteyesin. Beyaza inanıyorum ben. Yok edilmeye çalışılan veya hiç, tam var olmamış beyaza.

Yazarımız Mert Erbil'e bu güzel yazı için sonsuz teşekkürler.
 
Copyright © 2013. Bilginti - Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kopyalama yapılamaz!..